İklimi kurtarmak için devrim

ENTERNASYONAL SOSYALİZM
Tipografi
  • Daha Küçük Küçük Orta Büyük Daha Büyük
  • Varsayılan Helvetica Segoe Georgia Times

Ozan Tekin

İklim aktivistlerine sık sık söylenen bir şey vardır: “Siz durumun çok acil olduğunu söylüyorsunuz ama insanlar kendi hayatında iklim değişikliğinin sonuçlarını doğrudan hissetmeyince inandırıcı olmuyor.” Bu argümanın artık miadı doldu. Gezegenin geleceğinin ne kadar büyük bir tehdit altında olduğu iyiden iyiye hissediliyor. 2021 yazında Türkiye’nin güneyinde haftalarca süren orman yangınları, hemen arkasından kuzey kıyılarındaki sel felaketleri, ikisinde de ölen insanlar olduğunu gördük. Olup bitenler elbette sadece Türkiye’ye özgü değil. John Molyneux, Global Ecosocialist Network’teki bir yazısında, bu yaz dünyada olup bitenleri “bir kırılma noktası” olarak tanımlıyor. Eğer IPCC raporlarında anlatılan gidişatı durdurmazsak, daha da büyüyen bir kaosun içinde yaşıyor olacağız.

BM’nin Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), aslında muhafazakâr ve genel olarak hükümetlerin çizgisinde davranan bir kurumdu. Ancak o bile son dört senedir durumun ne kadar feci olduğuna dair raporlar yayımlıyor. Son raporun ardından BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, insanlık için “kırmızı alarm” uyarısı yaptı. En kötü senaryonun gerçekleşmemesi için radikal bir şekilde fosil yakıtların kullanımına son verilmesi, karbon emisyonlarının durdurulması gerekiyor.

Rapora göre, son 50 yıldır yeryüzünün ısınması, daha önceki 2 bin seneden hiç görülmemiş ölçüde fazla. Zaten her sene sıcaklık rekorları kırılıyor. Dünya Meteoroloji Örgütü’nün bir değerlendirmesine göre 1850’ye kadar uzanan küresel kayıtlarda, en sıcak yedi yılın tamamı 2015’ten bu yana gerçekleşti. Metan gazı oranı da sanayi devrimi öncesi dönemin üç katına yaklaşmış durumda. Okyanusları kaplayan buzulların yok olması tehlikesiyle karşı karşıyayız. 1994’ten bugüne eriyen buzul miktarı 28 trilyon ton. Bu miktar, Antarktika’nın buz duvarlarının altını oyabilir. Buzullar eridikçe güneş ışınları yansıtılamıyor, karalar ve denizler daha çok ısınıyor. Dünyada her yıl 8.8 milyon kişi, hava kirliliği yüzünden normalden erken ölüyor. 1970’ten beri doğal yaşamın yüzde 60’ı yok oldu. Kuraklıklar yılda 55 milyon kişiyi etkiliyor.

Enerji için kömür, petrol ve doğalgaz kullanıldığından bu durumdayız. “Yerin altında bırak” şeklindeki sloganımız bu yüzden çok çok önemli.

Kapitalizm

Dünyamız 19. yüzyıldan beri 1.1 C derece ısınmış durumda, bu “insan etkisiyle” oldu. Bu 1.1 derece 2’ye çıktığı durumda felaket senaryolarıyla karşı karşıya kalacağız. “İnsan etkisi”nden farklı siyasi güçler farklı şeyleri kastediyor. Enternasyonal Sosyalizm dergisinin yazarları olarak görüşümüz tüm insanlığın kolektif ürünü olan bir “insan etkisi” değil; insan türünün geçtiği toplumsal üretim aşamalarından biri olarak kapitalizmin bir sonucu. İklime ve gezegene dair sanayi devrimine kadar gözlemlenen istatistiklerle ondan sonrasındaki dönemin radikal olarak birbirine zıt olması bu tezi doğruluyor.

Carbon Majors Database’in birkaç yıl önce yayımladığı bir araştırmaya göre, 1988’den itibaren sera gazı emisyonlarının yüzde 70’inden fazlasını 100 tane fosil yakıt şirketi yapmış. Zirvede ExxonMobil, Shell, BP gibi dev şirketler var. Bunun yanında, ABD ordusu tek başına çevreyi 100 ülkenin toplamından daha fazla kirletiyor. Dolayısıyla hep devam eden “bireysel kullanım”, “herkes karbon ayak izine dikkat etsin” gibi tartışmalar fazla anlamlı gözükmüyor. Çözümün nereden geçtiği açık. Bu 100 tane şirketin faaliyetleri durdurulursa gezegeni mahveden toplam faliyetin yüzde 70’ten fazlası çözülür.

Hükümetler 2050’ye kadar “net sıfır emisyon” sözü verdiler ancak Uluslararası Enerji Ajansı’nın araştırmasına göre bu hedefin yüzde 60’ı gerçekleşmeyecek. Sıcaklık artışını 1.5 dereceyle sınırlandırmak üzere Paris İklim Anlaşması’nı imzalayan ülkeler, gereklerini yerine getirmeye tenezzül dadi etmiyor. Yalnızca artık iktidarda olmayan Trump veya Bolsonaro gibi iklim inkârcısı liderler değil, diğerleri de böyle. Urgewald çevre grubu tarafından hazırlanan bir raporda, Dünya Bankası’nın Paris İklim Anlaşması’ndan bu yana fosil yakıtlara 12 milyar dolardan fazla yatırım yaptığı ve bunun 10,5 milyar dolarının yeni projeler için doğrudan finanse edildiği duyuruldu. 2021, CO2 emisyonlarında en radikal artışın görüldüğü yıl oldu.

BM İklim Zirvelerinin tarihi

İlk COP zirvesi 1995’te Berlin’de toplanmıştı. Burada bilimin söylediği şey, 2000 yılında, karbon emisyonlarının 1990 seviyesine inmiş olması gerekliliğiydi. Dünya liderleri ve kapitalist şirketler bunu umursamadı. Ancak 2000 yılında iklim değişikliğiyle mücadele kararı alabildiler. COP-3’te Kyoto Protokolü’nün çıkması bazı iklim aktivistlerini heyecanlandırmıştı. Ancak bu protokol hayata geçirilmesi çok uzun bir zamana yayıldı. 1998’de konuşulmaya başlandı, 2005’te hazırlandı, ilk sözler 2008’de tutulacaktı. En gelişmiş 37 sanayi ülkesinin emisyonlarının azaltılması hedefleniyordu. Ama her COP’ta gelenekselleşen bir şey var; zirvede sözler verip arkasından bunu tutmamak. Kyoto Protokolü’nün hazırlandığı süreç, iklim değişikliğiyle mücadelede 10 yıl kaybettirdi.

2009’da Kopenhag’daki zirve için bağlayıcı bir sözleşme çıkacağı umudu iklim hareketi içerisinde çok büyüktü. Fakat küresel elitler, politikacılar bunu gene boşa çıkardı. Bu sözleşme ancak 2015’te Paris İklim Anlaşması ile birlikte, iklim krizi BM düzeyinde konuşulmaya başlandıktan 21 yıl sonra imzalanabildi. Burada 196 ülke ısınmayı 2 derecenin altında, mümkünse 1.5’ta tutma hedef olarak belirledi. 2021 yılına gelindiğinde bunlardan yalnızca 16’sı verdikleri sözü tutmak için gerçekçi bir plan hazırladı. En büyük kapitalist devlet olan ABD, COP toplantılarını birçok kez sabote etti. Örneğin 2001’de Kyoto Protokolü’nden “bir gün emisyonlara katkı sağlayacak gelişmekte olan ülkeler” anlaşmada içerilmediği için çekildi. 2017’de Trump geldiğinde Paris İklim Anlaşması’ndan çekildi. Ancak Bush’tan beri tüm ABD başkanları şirketlerin çıkarları gereği benzer taktikleri kullanıyor.

Ekonomik hegemonya mücadelesi ve emperyalizm içi çekişmeler, COP’larda hep belirleyici oldu. Kapitalizmin işleyiş mantığı olan rekabetten dolayı, şirketler ve ülkeler hiçbir şekilde frene basamıyor. Bir tanesi frene basarsa, diğerleri tarafından yutulacağını düşünüyor. Bu yüzden gezegenin geleceğini felakete sürükleyen bir ekolojik kriz yarattılar. Üstelik iklim ve çevre için mücadele edenleri katlediyorlar. 2020 yılında 227 çevre savunucusu öldürüldü. İki sene üst üste bu konuda rekor kırıldı. Paris İklim Anlaşması imzalandığından beri her hafta ortalama 4 aktivist öldürülüyor.

Geçtiğimiz yaz dünyanın birçok yerinde aşırı hava olayları yaşandı. Kanada’da sıcaklıklar 50 dereceyi buldu ve en az 486 kişi öldü. Birçok yerde orman yangınları yaşandı. 30 yıldır sorunu bilmelerine rağmen krizin buralara gelmesine yol açan hükümetler asıl suçlu. 1992’de “Dünya Zirvesi” adı verilen bir toplantıda ilk kez sera gazı emisyonlarını düşürme sözü verilmişti. Fosil yakıt kullanımı kaynaklı tüm emisyonların yüzde 50’sinden fazlası o tarihten bugüne gerçekleşti.

COP-26 da çare olamadı

Bütün bu koşullar ve tarihsel arka plan içerisinde, geçtiğimiz yıl 31 Ekim ile 12 Kasım tarihleri arasında 2021 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP-26) toplandı.

Önceki süreçlere bakılarak COP-26’nın yukarıda saydığımız sorunları önleyecek bir çözüm üretme potansiyeline sahip olmadığı tahmin ediliyordu. Greenpeace’in ortaya çıkardığı ve 32 bin yorumu içeren bir ifşaya göre, birçok ülke IPCC’nin son raporundaki bazı noktaların gündemden çıkarılması için lobi yapmaya başlamıştı. Zirveye katılan en büyük delegasyonun 503 temsilciyle fosil yakıt şirketlerinden geldiğini vurgulamakta fayda var.

Sonucun yorumlanması açısından bizim diyeceklerimizden önce, zirvenin başkanı Alok Sharma’nın medyaya yaptığı açıklamalarda “gözyaşlarını tutamadığını” ve varılan “son derece yetersiz” anlaşma için özür dilediğini hatırlatalım. Hindistan ve Çin’in basıncıyla kömürün “aşamalı olarak kaldırılması” ifadesi yerine “aşamalı olarak azaltılması” getirildi. ABD temsilcisi John Kerry “Kömürü kaldırmadan önce azaltmalısınız” diyerek bunu destekledi. Kömürle ilgili çok övülen COP-26 açıklamasını, Hindistan ve Çin’in yanı sıra ABD de imzalamadı. Zira ABD de doğalgaz fiyatlarının artışı karşısında kömür üretimini artırmayı planlıyor.

Petrol ve doğalgaz içinse “aşamalı olarak azaltılma” gibi bir ifade dahi kullanılamadı. Çünkü bu ABD, İngiltere, Suudi Arabistan ve birçok çokuluslu şirketi rahatsız edecekti. Küresel Güney’den gelen ve milyarlarca kişiyi temsil eden hükümetlerin sözü dinlenmedi bile. 2030’la ilgili hükümetlerin belirlediği hedeflerin “karbon sıfır” hedefiyle uzaktan yakından alakası olmadığını tüm yorumcular ifade etti. Verilen sınırlı sözlerin bile ne kadarının tutulacağıyla ilgili belirsizlik, her iklim zirvesinden sonra olduğu gibi devam ediyor.

Zirvede en çok vurgulanan şeylerden biri de iklimle ilgili “net sıfır emisyon” hedeflerine uygun finansal inisiyatiflerin gelitşirilmesiydi. Oysa İngiliz iklim aktivisti Martin Empson’ın vurguladığı gibi, “(…) böylesi finansal inisiyatiflerin en iyi ihtimalle incir yaprağı gibi kılıf görevi gördüğü ve ekonomik/politik yapılar için ‘yeşil aklama’ anlamına geldiği açık.”

Hareket

COP-26 gösterdi ki dünya liderleri iklim konusunda çözüm üretmeye yetenekli ve hevesli değil, şirketler ise aç gözlü. Peki hiçbir şey değişmeden böyle mi devam edecek?

Hayır! Genç iklim aktivisti Greta Thunberg, COP-26 değerlendirmesinde şunları söyledi: “COP-26 bitti. Kısa özeti şöyle: Falan filan, falan filan. Ancak gerçek çaba bu salonların dışında devam ediyor. Ve asla pes etmeyeceğiz, hiçbir zaman.”

2018 yılı, iklim hareketi için küresel çapta muazzam bir yenilenmeyi tetikledi. Radikal iki hareket ortaya çıktı. İlki, Greta Thunberg’in liderliğinde başlayan Fridays for Future (Gelecek için Cumalar) idi. Defalarca küresel iklim grevi örgütlediler. Ortaokul ve lise öğrencileri okullarını kırdı. Yüz binlerce çocuk ve genç sokaklara çıktı. Çok önemli ve geniş bir kitle hareketinin sözcüsü olarak Greta Thunberg’in görüşleri daha da radikalleşiyor. Son Almanya genel seçimlerinden önce yapılan iklim grevinde politikacıları, Yeşiller de dahil olmak üzere tüm partileri eleştirdi ve çözümün aşağıdan mücadeleden geçtiğini anlattı. Fridays for Future, artık iklim grevlerini “Kâr değil insan” sloganıyla örgütlüyor.

İkinci önemli hareket ise Extinction Rebellion (Yokoluş İsyanı). Yerkürede 6. kez yokoluşa gidildiğini anlatarak mücadeleye giriştiler ve kitleselleştiler. Başta İngiltere olmak üzere birçok ülkede doğrudan eylemlerle hayatı kilitliyorlar. Finans merkezlerini hedef alıp, iklim hareketinin ivme kazanmasına yardımcı oldular.

Devrimci sosyalistler olarak bizlere göre çözüm “bireysel önlemlerden” geçmiyor. Gelişmiş ülkelerle, gelişmekte olan ülkeler arasındaki bir sorundan da bahsetmiyoruz. Batılı kapitalist ülkelerdeki işçiler, iklim krizinin sorumlusu değildir. Sarı Yelekliler hareketinin ekonomik talepleriyle iklim adaletini, istihdam yaratılmasıyla ilgili talepleri birleştiren bir noktadan mücadelemizi inşa ediyoruz. Her ülkedeki sıradan insanlar olarak, iklim krizini yaratan şirketlerle ve hükümetlerle mücadele etmek zorundayız. Bunun yolu da her ülkede patronlara ve hükümetlere karşı mücadele eden insanların enternasyonal birliğini kurmaktan geçiyor. Bu birlik ise işçi sınıfı örgütlerinin bir araya gelişiyle mümkün olabilir.

Çözüm ne?

İklim hareketinin klasik bir sloganı var: İklimi değil sistemi değiştir! Buradaki sistem değişikliği, kapitalistlerin zihinlerindeki birtakım fikirlerin değişmesi değil. Var olan temiz enerji kaynaklarını ve iklim hareketinin savunduğu yöntemleri “arkaik” bulup kapitalistlere güvenilirliği bilinmez yeni teknolojilere yatırım yapmalarını tavsiye eden Bill Gates’in kitaplarında çözüm arayamayız. Sistem değişikliği, bu yıkıma neden olan en büyük şirketlerin ve onların koruyucusu olan devletlerin durdurulması anlamına geliyor.

Bunlar kendi kendilerine duramazlar. Kapitalizm rekabetten beslenen bir sistem. Karl Marx kapitalizmi kan emdikçe büyüyen, büyüdükçe daha çok kan emmeye ihtiyaç duyan bir vampire benzetiyordu. Ayrıca sermaye sahiplerini de “düşman kardeşler çetesi” olarak adlandırıyordu. Birisi frene basarsa, diğerinden geri kalacak ve yok olacaktır. Dolayısıyla işlerin kapitalist sistemin yöntemleri içerisinde çözülmesi mümkün değil.

Bize gerekli olan iklim krizinin yanı sıra tüm eşitsizlikleri, ırkçılığı, birçok baskı türünü yaratan kapitalizmden kurtulmak.

Üretimin kâr odaklı değil insanların ihtiyaçlarına göre şekillendiği, üretilen şeylerin eşitçe paylaşıldığı bir toplumda, birbiriyle rekabet eden şirketler ve ülkeler olmadığında, iklim krizini yaratan faktörleri ortadan kaldırmak için gerekli maddi zemin oluşmuş olacak. İşçiler doğrudan kontrolü eline geçirirse, zengin karar alıcıların yerine sıradan insanların katılımıyla şekillenen demokratik yapılar kurulursa, “Net sıfır emisyon” hedefine yürümenin önü açılmış olacak. Suzanne Jeffery’nin dediği gibi:

“İklim krizine yol açanın kapitalizm olduğu, artık ondan kurtulup yerine kârı değil gezegenin ihtiyaçlarını ön planda tutacak, kaotik ve yıkıcı piyasaların yerine demokratik paylaşımı getirecek yeni bir sisteme ihtiyaç duyduğumuzun farkına varılmalı. Sol, böyle bir hareketin içinde hayati bir rol oynuyor. Artık herkesin üstüne düşeni yapmasının zamanıdır. Zaman hızla ilerliyor, vaktimiz azalıyor. Bu görevin başarısı, bir an önce harekete geçebilmemize bağlı.”

Elbette reformlar için mücadele edeceğiz, patronların ve şirketlerin yakasına yapışacağız. Biz bu toplumu (FFF’in de dediği gibi) kökten değiştirmedikçe, sistemin kökünü kazımadıkça gerçek değişimi elde edemeyeceğiz. Bu gerçekleşmediği takdirde kapitalizm gezegende insan ve canlı türlerinin çoğunun sonunu getirebilir. Eğer bu mücadeleyi kazanabilirsek eşit, özgür ve temiz bir dünyanın kapılarını aralayacağız.

Kaynakça

Bianet, 2022, “Geçtiğimiz 7 yıl dünyanın en sıcak yılları oldu”, https://m.bianet.org/bianet/iklim-krizi/256055-gectigimiz-7-yil-dunyanin-en-sicak-yillari-oldu (Erişim tarihi: 25.03.2022)

Empson, Martin, 2022, “After COP26”, International Socialism Journal, Sayı: 173, http://isj.org.uk/after-cop26/, (Erişim tarihi: 28.03.2022)

Jefferey, Suzanne, 2020, “Zamana Karşı: İklim, Toplumsal Hareketler ve Marksizm”, İklimi Değil Sistemi Değiştir: Çevre Krizine Devrimci Bir Yanıt, Z Yayınları, çev: Onur Devrim Üçbaş ve Özge Karakale, s. 188

IEA, 2022, “Global CO2 emissions rebounded to their highest level in history in 2021”, https://www.iea.org/news/global-co2-emissions-rebounded-to-their-highest-level-in-history-in-2021, (Erişim tarihi: 27.03.2022)

McGrath, Matt, 2021, “İklim değişikliği: BM’nin ‘İnsanlık için kırmızı alarm’ olarak nitelendirdiği raporunda hangi tespitler var?”, BBC Türkçe, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-58143895, (Erişim tarihi: 22.03.2022)

Molyneux, John, 2021, “Climate Change – a Major Shift”, Global Ecosocialist Network, http://www.globalecosocialistnetwork.net/2021/07/30/climate-change-a-major-shift/ (Erişim tarihi: 20.03.2022)

The Carbon Majors Database, 2017, “CDP Carbon Majors Report 2017”, s.5, https://cdn.cdp.net/cdp-production/cms/reports/documents/000/002/327/original/Carbon-Majors-Report-2017.pdf?1501833772, (Erişim tarihi: 24.03.2022)

Thunberg, Greta, 2021, https://twitter.com/gretathunberg/status/1459612735294029834, (Erişim tarihi: 25.03.2022)

SON SAYI