Yeni-liberalizmin 30 yıllık serüveni, 2008 yılında “finans krizi” adı verilen dönemde çöktü. Şimdi Covid-19 salgınında yeni-liberalizmin tüm kurumlarının kokuşmuşluğuyla birlikte iflasına tanık oluyoruz.
Yeni-liberalizmin 30 yıllık serüveni, 2008 yılında “finans krizi” adı verilen dönemde çöktü. Şimdi Covid-19 salgınında yeni-liberalizmin tüm kurumlarının kokuşmuşluğuyla birlikte iflasına tanık oluyoruz.
2018 Birleşmiş Milletler raporuna göre 53 ülkede 113 milyon insan akut açlık çekiyor. 2018 yılı araştırmalarına göre 42 kişi dünyada 3,6 milyar insanın sahip olduğu kadar servete sahip. Dünyada her gün 137 kadın öldürülüyor. En zengin 42 kişi, en fakir on ülkenin toplamının 77 katı servete sahip.
Bu şu anlama geliyor: Kapitalist üretim, çiftçilik, gıda üretme tarzı, doğanın yıkımı, talanı, yaban hayata doğrudan müdahalesi, kapitalizmin ürünü olan iklim krizi, kapitalizmin yıkıma uğrattığı sağlık sistemi gezegeni insanlar ve canlılar için yaşanmaz bir hale getiriyor. Covid-19 salgını altında geçirdiğimiz her bir gün bunu tekrar tekrar kanıtlıyor.
!970’lerden beri kâr oranları düşen kapitalistler, krizden çıkmak için işçi sınıfını hedef aldılar ve yeni-liberal politikaları yıllardır uygulamaya devam ediyorlar. Esnek ve güvencesiz çalıştırma, taşeronlaştırma uygulamaları sonucu her geçen gün daha çok yoksullaşıyoruz, çalışma saatlerinde artış ve görev tanımlarımızda yaşanan belirsizlikler yaşamımızı giderek güçleştiriyor. Üstelik sağlık ve eğitim hizmetlerinin hızla özelleştirilmesi, geleceğe ilişkin korkularımızı arttırıyor. Egemenler, milyonlarca işçiyi yoksullaştırma pahasına kâr sevdasına düşse de, krizden çıkışı sağlamaları mümkün değil, çünkü bu sistem krizlere mahkûmdur. Salgın, bunu gösteriyor.
Krizden çıkışın kapitalistler ve hükümetler açısından tek bir anlamı var: fatura emekçilere kesiliyor. Emekçileri borçlandırıyor, şirketleri ve bankaları kurtarıyorlar. Çeşitli kredilerle mali sermayenin bağımlısı hâline getirilen yoksullar, yine kapitalistlerin en küçük bir sarsıntısında bütün kazanımlarını, birikimlerini ve işlerini bir gecede kaybediyorlar. 2001 krizinde Türkiye'de, 2008 krizinde ABD'de ve bir dizi büyük ekonomiye sahip ülkede olduğu gibi. Şimdi de krizin ve salgının faturası yoksullara, işçi sınıfına çıkartılırken, kaynaklar sermayeye aktarılıyor.
İşçi sınıfı açısından, sağlık alanında yaşanan yıkım, salgının etkisini şiddetlendirdi. Vaka-ölüm oranında, sağlık haklarımıza ve sağlık emekçilerinin örgütlenmesine saldırı anlamına gelen yeni-liberal politikaların açtığı yıkım, gelişmiş ülkeler denilen ülkelerdeki faciayı anlamamıza yardımcı oluyor. ABD ve batı Avrupa ülkelerindeki yüksek ölüm oranları; sağlık sisteminin yoksullar için ulaşılamaz olmasından, sağlığın hemen hemen bütünüyle sermayenin kontrolüne verilmesinden, sağlık emekçileri sendikalarının ve genel olarak işçi sınıfı örgütlerinin hükümetlerin saldırısı altında olmasından kaynaklanıyor. Sendikalara yönelik saldırılar ve baskılar, Türkiye’de salgınla mücadele için aktarıldığı söylenen kaynakların sermayenin hizmetine sunulmasına, işçi sınıfı örgütlerinin cılız tepki vermesinin de bir nedenidir.
Bu dosyamızda, salgın koşullarında bir kez daha işçi sınıfının en temel örgütlenmelerinin, sendikaların önemini vurguluyoruz.