Korkunun saf değiştirdiği bir yıl
Tunus ve Mısır'da yaşanan devrimlerin ardından Arap Baharı adı verilen sürecin Libya, Suriye, Bahreyn, Yemen gibi ülkelere yayıldığı 2011, Avrupa'da ekonomik krize karşı çalışan sınıfların gerçekleştirdiği kitle grevleri, Şili'den İspanya'da meydanları demokrasi ve özgürlük için dolduran milyonlarca kişi ve son olarak da küresel kapitalizmin finans merkezi olan Wall Street'te yaşanan işgal hareketiyle sonlandı.Kapitalizmin ekonomik, siyasi ve ideolojik krizinin derinleştiği geçtiğimiz yıl, bir yandan devrimin ne kadar güncel olduğunu; bir yandansa, özellikle Mısır Devrimi'nde işçi sınıfının tuttuğu yer ve Avrupa'nın çeşitli yerlerinde gerçekleşen genel grevlerle, sınıf bilincinin geniş yığınların katıldığı doğrudan eylemler içinde geliştiğini bir kez daha gösterdi.
Sıradan insanların dünyayı değiştirme potansiyeli sayesinde korkunun saf değiştirdiği bir yıl olan 2011, işçilerin ve ezilenlerin sadece ekonomik taleplerle değil, siyasi taleplerle de, ekmek için olduğu kadar özgürlük, haysiyet ve adalet için de taleplerin iç içe ilerlediği dinamik bir değişim sürecinin aktif bir parçası olarak harekete geçtiğini kanıtladı.
Türkiye de küresel düzeyde yaşanan bu sınıf çatışmalarından muaf değil. Sermaye sınıfının ve hükümetin çeşitli temsilcileri, krizin etkilerinin 2012'de Türkiye'de de yoğun olarak hissedileceğini dile getiriyor. Bu yüzden ekonomik krizin yaratacağı sonuçlara karşı mücadeleye hazırlanmak, "Biz %99'uz" diyen küresel mücadele dalgasının Türkiye ayağını inşa etmek için harekete geçmek gerekiyor.
Kemalist rejimin krizi ve Kürt halkının mücadelesi
Türkiye'de ise bir yandan Kürt halkının kendi kaderini tayin etme hakkı için verdiği mücadele, kitlesel Newroz gösterileri, sivil itaatsizlik eylemi ve DSİP'in de içinde yer aldığı seçim blokunun başarısıyla yükselirken; hükümetin sınıfının bu mücadeleye verdiği yanıt yaz aylarında gelişen savaş süreci, DTK'nın Demokratik Özerklik talebine yağdırılan bombalar, öldürülen yüzlerce insan ve "KCK" adı altında tutuklanan binlerce Kürt siyasetçi, gazeteci, avukat ve aktivist oldu.
DSİP, savaşın geliştiği süreçte Batı'daki bir dizi politik odak akan kandan Kürt ulusal kurtuluş hareketini sorumlu tutarken, Kürt sorununun kaynağının ve bugün devam etmekte olan baskı sürecinin sorumlusunun Türkiye devleti olduğunu, dolayısıyla barış için mücadele eden aktivistlerin Kürt siyasetini eleştirmek yerine barış için atılması gereken adımları hükümetten talep etmeleri gerektiğini anlatan tutumuyla öne çıktı.
Batı'da ise Kemalist rejimin krizi sürüyor. Ancak Ergenekon çetesi ve askeri vesayet rejimine karşı mücadele içinde yer almış kimi siyasi çizgilerin, askeri vesayetin bittiği yönündeki iddiası gerçeği yansıtmıyor. Onlarca yıllık köklü geleneği olan darbeci gelenek, aşağıdan bir toplumsal basınç sonuna kadar direnmezse, bir yargı süreci ve bazı yasal düzenlemelerle sonlanmaz. Diğer yandan, AKP'nin askeri vesayetle çelişkisi, hiçbir zaman AKP'nin askeri örgütlenmenin temel mantığıyla çelişkili olduğu anlamına gelmedi. AKP'nin kendisini devirmek isteyen cunta gücüyle mücadelesi, özgürlük alanının genişlemesinin garantisi değildir. Asker-sivil bürokrasinin darbeci eğilimlerinin açığa çıkmasının yarattığı çatlak, aşağıdan bir kitlesel muhalefetin özgürlük talepleriyle tüm derin devlet yapılanmasının üzerine gitmesiyle, bu arada, vesayetle çelişirken, özgürlük alanının genişlemesine de engel olmak isteyen hükümet üzerinde yaratacağı basınçla genişleyebilir. Ancak bu koşulda düşünce, ifade, gösteri ve örgütlenme alanlarında siyasal demokrasinin sınırlarının biz aşağıdakiler, ezilenler lehine genişlemesi, vesayete karşı mücadelenin topyekün özgürlükler mücadelesiyle büyümesi, tutarlı bir sol hareket yaratması mümkün olabilir.
Bir yandan KCK tutuklamalarının yaygınlığı, öte yandan Hrant Dink davasının bir komediyle sonuçlanması, Uludere katliamı sonrası hükümet sorumlularının açıklamaları, Başbakan ve bakanların zaman zaman Ermeni sorunu, Kürt sorunu, kadın sorunu ve cinsel yönelim özgürlükleriyle ilgili açıklamaları AKP'nin özgürlük alanlarını daraltmak için yarattığı iklimin birkaç örneği. Hem askeri vesayete hem de AKP'nin özgürlük alanlarını daraltan politikalarına ve uygulamalarına karşı, aynı anda mücadele etmek, barış ve özgürlük taleplerini birleştirerek tek bir kampanyanın politik gövdesi haline getirmek 2012 yılında gerçek kazanım elde etmeye çalışan tüm hareketin ana hedefi olacaktır.
"Yetmez ama Evet" diyenlerin politik birliği
"Yetmez ama evet", sadece referendum sürecinde aynı siyasal tutum alan insanları ifade etmiyor. Bu sloganın ifade ettiği, referandum öncesinde bir dizi politik kampanyada aynı safta birleşen, değişim isteyenlerin, 12 Eylül'de bir kez daha birlikte politik tutum alması sürecidir. Ergenekon'a, darbelere karşı mücadelenin birleştirdiği insanlar, ırkçılığa , milliyetçiliğe karşı mücadelenin birleştirdiği aktivistler, anayasa değişikliği referandumunda değişim ve özgürlükten yana, safların berraklaştığı bir dönemde net bir tutum aldı.
"Yetmez ama evet" diyen aktivistleri bir araya getirmek, değişim için, barış ve özgürlük için büyük bir kitle hareketi yaratmak, DSİP'in 2012 yılı boyunca en önemli politik ve örgütsel hedefi olmaya devam edecek.
Batı'da barış ve özgürlük için verilen mücadelenin kitleselleşmesi ve kendini bir siyasi odakta ifade etmesi, aynı zamanda, Türkiye'de solun ve sosyalizmin geleceği açısından da tayin edici bir kriter olacak.
Dolayısıyla, DSİP 2012 yılında tüm örgütleriyle Arap Baharı'ndan duyulan heyecanı Türkiye'de de sokağa yansıtmaya, 19 Ocak 2012'de "Hepimiz Hrant'ız, hepimiz Ermeniyiz" diyen onbinlerce kişinin çıkardığı sesi yükseltmeye, askeri vesayet rejiminin geriletilmesiyle Kürt halkının özgürlük talebine Batı'dan verilecek desteği birleştiren bir mücadele hattı örerek, "Yetmez ama Evet" diyerek değişimden yana tutum alan kitlelerin partisi olma yönündeki çalışmalarını sürdürecek.
DSİP bu doğrultuda sokakta, işyerlerinde, okullarda, değişim, özgürlük, barış ve adalet isteyen insanlarla bir araya gelmeye, sokağa seslenmeye devam edecek.
Barışı ve özgürlükleri kazanmak için mücadeleye devam!
(21.01.2012)