Şenol Karakaş: Milli bir sosyalizm mümkün mü?

BROŞÜRLER
Tipografi
  • Daha Küçük Küçük Orta Büyük Daha Büyük
  • Varsayılan Helvetica Segoe Georgia Times

Marksizm’in enternasyonalizmi, stalinizmin milliyetçiliği

Marksizm, işçi sınıfının dünya çapında devrimci eyleminin teorisidir. Bu yüzden, marksizm, devrimcidir, enternasyonalisttir ve işçi sınıfının sınıf çıkarlarından başka bir şey ifade etmez.

Marksizm enternasyonalisttir  

Lenin, “Marks’ın tarihsel materyalizmi, bilimsel düşünüşte erişilmiş büyük bir başarıydı. Tarih ve siyaset düşüncesinde daha önce hüküm süren kaos ve keyfilik yerini, üretici güçlerin gelişmesinin sonucu olarak bir toplumsal hayat sisteminden bir başka ve daha yüksek sistemin nasıl doğduğunu gösteren çarpıcı bir bütünlük ve uyumluluğa sahip bilimsel bir teoriye bırakmıştı” dediğinde, içten içe marksizmin enternasyonalist karakterini de vurguluyordu.

Tarihsel materyalizm, dünya ölçekli bir sistem olan kapitalist sistemin aşılması ve komünist, sınıfsız bir toplumun kurulabilmesi için, “daha yüksek bir sistemin” ancak dünya çapında işçi sınıfının kolektif eyleminin ürünü olabileceğini anlatır özetle.

Marks’ın daha 1840’lı yılların başındaki sol demokrat yazılarında bile işçi hareketini en azından Avrupa çapında birleşik mücadele etmek zorunda olan bir sınıf olarak kavradığını gösteriyor: “Hiçbir şeye sahip olmayan bir zümrenin orta sınıfların refahından pay istediği gerçeği Manchester, Paris ve Lyons’da yaşayan herkes için aşikârdır.” Mancherster Chartist hareketin merkezi, Paris ve Lyons ise işçi isyanlarının merkeziydi ve Marks’ın daha ilk yazılarında komünizm fikri Avrupa çapında kitlesel işçi eylemlerinin birliğiyle birlikte gelişiyordu.

Milliyetçilik, yurtseverlik, Marks ve Engels açısından işçi sınıfının düşmanı fikirlerdi. 1845 yılında Engels’in Marks ve kendisi adına kaleme aldığı “Londra’da Uluslar Şenliği” başlıklı makalede yapılan “Bütün ülkelerin proleterlerinin çıkarları aynı ve düşmanları ortaktır... Bir bütün olarak proleterlerin gelişmesi ve bütün eylemleri özünde insancıl ve anti milliyetçidir” vurgusu, marksizmin daha doğuş günlerinde milliyetçilikten tiksindiğini gösterir. Marks ve Engels, günün modası öyle diye değil, enternasyonalizm devrimci fikirlerinin elementer özelliği olduğu için ilk parti örgütlenmesini İngiltere, Almanya ve Fransa’daki işçi liderleriyle görüşerek, birlikte örgütlenmeye çalışarak Avrupa çapında etkili bir siyasi gelenek yaratma yoluna gittiler. Marks, “milliyetin sınırlarını parçalamak” için enternasyonalist bir örgütlenmenin zorunlu olduğunu daha 1846 yılının başlarında söylüyordu.

1848-1850 yıllarında Fransa’da sınıf savaşlarını incelediği broşüründe, Marks, “Yeni Fransız devrimi, derhal ulusal alandan ayrılmak ve 19. yüzyılın toplumsal devriminin üstün gelebileceği tek alanı, Avrupa alanını ele geçirmek zorunda olacaktır” diyordu.

Marksizme kendi milliyetçiliklerini bulaştırmak isteyenlere inat, bugün, 21. yüzyılda Marks’ın bu cümlesine yapılacak tek ek, devrim hangi ülkede gerçekleşirse gerçekleşsin, toplumsal devrimin üstün olabileceği tek alan olan, dünya ölçeğini, özellikle üretici güçleri en gelişkin, işçi sınıfı en örgütlü olan ülkelerin tümünü ele geçirmek zorunda kalacağı vurgusu olmalıdır.

Dünya pazarı ve enternasyonalizm

Karl Marks ve Frederich Engels Komünist Manifesto’yu “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” çağrısıyla bir temennilerini dile getirmek için sonlandırmadılar. 

Bu çağrı bir temenniden daha fazlasını ifade ediyor. Ütopik sosyalistlerden temel farkını kapitalist üretim sürecinin analizinde ve bu analize bağlı olarak şekillendirdiği işçi sınıfının toplumsal devrimin öznesi olduğu fikrinde gören Karl Marks, tüm diğer sorunları bu bakış açısına göre sistemleştirdi. Hiçbir milli meseleye, işçi sınıfının antikapitalist eyleminin ihtiyaçları dışında yaklaşmadı.

Gerçek marksist geleneğin içinde, milli bir sorunu milli bir zeminde çözebileceğini düşünen hiçbir devrimci de olmadı.

Kendi devrimcilik günlerinden diktatörlük günlerine geçişi “Tek ülkede sosyalizm” teorisiyle meşru kılmaya çalışan Stalin’e kadar. 

Tek ülkede sosyalizmin olup olamayacağını Karl Marks’a dayanarak tartışmaya çalışanlar, ilk adımı, Marks açısından tek bir ülkede kapitalizmi analiz etmenin mümkün olmadığını kavrayarak yola çıkmak zorundalar. Almanya’da başlayıp, Fransa’da, Belçika’da ve en son sürgünde İngiltere’de devam eden devrimci yaşamı boyunca kapitalizmin küresel düzeyde yaşadığı her sarsıntıyı, siyasi şekillenmesini, ekonomik hamlelerini ve bu çelişkilerin tek tek ülkelerde hangi sonuçlara yol açtığını araştırmasının nedeni, entelektüel gelişkinliği ve merakı değildir. Marks açısından kapitalizm sermaye birikimi demektir ve sermaye doğduğu gün, tüm dünyayı evi haline getirmeye çalışan bir örgütlenmeye girişmiştir. Paranın sermayeye dönüşümü, sermayenin üretimi ve yeniden üretimi, sermayenin dolaşımı sürecinden kopartılamaz. Sermaye birikimi, şimdiye kadar fethedilmeyen ya da daha önceden fethedilen her şeyin fethine ve yeniden fethine bağlıdır. Bir bakkal, bir sanayici, bir tüccar ya da bir bankacı olsun, her tekil sermaye sahibi, dünyanın en güçlü sermaye grubunun başında olmayı hayal eder.

Her tekil sermaye hareketi, sermaye birikiminin küresel eğilimleri tarafından belirlenir. Bu yüzden pazar denilen sermayenin hareket sahası, tek tek ülke ekonomilerinin aritmetik toplamı değil, organik bileşimidir. Küresel olan ve ülke ekonomilerini belirleyen dünya pazarıdır, tersi değil. 

Dünya pazarı, ülke sınırlarına bölünmüş kapitalizmin üretim ve yeniden üretim sürecinin toplamı olarak, eşitsiz ama birleşik bir biçimde tüm ülke ekonomilerini belirler, hatta teslim alır. Bu yüzden, tek ülkede sosyalizmin gerçekleşmesi ihtimali bir yana, tek bir ülkede kapitalizm milliyetçi ve gerici bir saçmalıktır.

Ekim Devrimi’nin enternasyonalist karakteri

Tek ülkede sosyalizm teorisi, işçi sınıfının eylemi sadece ve sadece dünya tarihsel bir düzlemde kazanma olanağına sahip olduğu için de gericidir. İşçi sınıfının toplumsal devriminin milli bir karakterle zafere ulaşması olanaklı değil.

Devrimin hızla diğer ülkelere yayılması anlamında sürekliliği sağlanamazsa tek bir ülkede sıkışmış bir işçi devrimi uzun süre yaşayamaz.

Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi, bu klasik marksist görüşü doğrulayan bir deney olarak da tarihi bir öneme sahip.

Ekim devrimi hakkında ileri geri konuşanlar bir dizi hayali iddiaya sahip. Bu iddiaların en başında, devrimin, aslında çelik disiplinle örgütlenmiş Bolşevik Partisi’nin bir darbesi olduğu yaklaşımı geliyor. Troçki’nin vurguları bu iddianın tümüyle temelsiz olduğunu gösteriyor:

Ekim devriminden önceki on beş gün içinde “yüz binlerce işçi ve asker, şekil bakımından savunucu ama öz olarak saldırıcı nitelikte, doğrudan doğruya harekete geçmiştir. Devrimden sonra, milyonlarca işçinin kendi eyleminin ürünü olan işçi demokrasisinin yerine artık adı Rus Komünist Partisi olan yapının tek parti iktidarının ikame olması, ilk bakışta, devrimin bir parti darbesi olduğu fikrini güçlendiriyor gibi. Ekim devriminin tarihine yakından bakınca, Ekim devriminin işçi yığınlarının yaratıcı eyleminin ulaştığı en önemli zirve noktası olduğu da, devrimden sonra yaşanan sınıflar mücadelesinde işçi demokrasisinin işçi sınıfının elinden önce yavaş yavaş, bir süre sonra ise hızla ve şiddetle kopartılıp alındığı da kesin bir şekilde görülebiliyor. Bu yüzden, devrimin parti eseri olduğu yönündeki iddiaya sahip olanlara birinci tavsiyemiz, devrime uzaktan değil, yakından bakmaları olmalıdır. 

İkinci tavsiyemiz ise, tek ülkede sosyalizmin kurulacağına duydukları stalinist inançtan vaz geçmeleridir. 

Vaz geçmeliler zira Ekim Devrimiyle, 1920’lerin ortasındaki Rusya’nın hiçbir ilgisi yoktur. Devrim, her şeyden önce işçi ve asker sovyetlerinin aşağıdan basıncının ürünü olarak zafer kazandı. Bolşevikler dışında Rusya’daki tüm partiler bu aşağıdan basıncı görmezden geldi. Bolşevikler ise 1917 yılının Şubat ayıyla Ekim ayı arasında sovyetlerde çoğunluk olmayı başardılar. Bunun basit bir nedeni var: Bolşevikler milyonlarca yoksulun ve işçinin talebi olan, “Ekmek, barış, toprak / Tüm iktidar sovyetlere” sloganını sahiplendiler. Diğer partiler bu slogana sırtını döndü. 

Devrim de, devrimin siyasal ve toplumsal zemini olan sovyetler de işçi sınıfı eyleminin ürünüydü. Bolşevikler, devrimci politikaları savundukları, kitlelerin aşağıdan eyleminin devrimci hızını yakalama şansına sahip oldukları için sovyetlerde çoğunluğu sağladılar.

Şubat 1917’de 40.000 işçinin çalıştığı Putilov fabrikalarında sadece 150 bolşevik vardı. Aynı tarihlerde Petrograd Sovyeti’nde 1600 delegenin sadece 40’ı bolşevikti. 1917 yılının Ekim ayına gelindiğinde ise İkinci Tüm Rusya Sovyet Kongresi’nde 650 delegeden 390’ı Bolşevik partisi üyesiydi. Bu sovyet kongresinde “Tüm iktidar sovyetlere!” sloganı hayat buldu. Bolşevikler, aylar süren bir mücadelede yüzbinlerce öncü işçinin desteğini alan parti konumuna yükseldi. Bu yüzden söz konusu olan bir darbe değil, kitlesel bir ayaklanmadır.

Ekim devriminin ardından işçi iktidarı her yönden kuşatıldı. Bir yandan emperyalist ülkelerin kuşatması, bir yandan iç savaş, bir yandan da ekonomik kaos ve çöküş, devrimi yapan yüz binlerce işçiyi yıpratmaya başladı. Emperyalist işgale ve iç savaştaki karşı devrimci güçlere karşı on binlerce işçi Kızıl Ordu’ya katıldı. Kızıl Ordu Rusya’da tüm öncü işçilerin ve tüm ekonominin yarısını emerken, bu sürece, salgın hastalıklar, sefalet ve açlık eklendi. Dünya devrimi Rus işçilerinin yardımına gelmeden geçen her gün, işçi demokrasisi zayıfladı.

Giderek, devrimi yapan işçiler sınıf şekillenmesini yitirdi. Devrimin kalbinin attığı Petersburg şehrinin nüfusu 1917 yılında 2.5 milyondan 574 bine, Moskova’da ise 1.7 milyondan1.1 milyona düştü. 1913 yılında 3.5 milyonluk bir kitle olan işçilerin sayısı, iç savaşın ardından 1.118.000’e geriledi.

1921 yılında Lenin, “Sanayi proletaryası savaş, sefalet ve yıkım sonucu deklase bir hale gelmiş, başka bir deyişle, proletarya olarak varlığı sona ermiştir” demek zorunda kalmıştı.

Bir tür yeni kapitalist egemen sınıf olan stalinist bürokrasi, devrimi yapan işçilerin sınıf olarak yok olmasının, şekillenmesini yitirmesinin üzerinde yükseldi. Rus işçilerinin yaşamlarını, sınıf birliklerini, giderek işçi demokrasisinin tüm kazanımlarını yitirmesi süreci; başka bir toplumsal gücün, orduda, devlet aygıtında, fabrika ve işyerlerinde ve partideki yöneticiler grubunun üretim araçları üzerinde egemenliklerini kurma sürecidir.

Daha 1918 yılında, “Rusya’nın öncü ve politik bilinçli işçi kesiminin ne kadar ince olduğunu biliyoruz” diyen Lenin’in haykırışı, hem tek ülkede sosyalizm olabileceğini savunan milliyetçi gericilerin hem de işçi sınıfının incelmesi ve giderek yok olması üzerinde yükselen stalinist bürokrasinin iktidarını sosyalizm olarak gördüğü için leninizme saldıranların kulağına küpe olmalıdır.

“Bu koşullarda, ‘sürekli’ devrim sloganı nereden kaynaklanmaktadır? Lenin bu soruyu şöyle cevaplar:

Avrupa’daki devrimci kuşakların omuzları üzerinde yükselen Rus devrimcilerin, ‘tüm demokratik dönüşümü, asgari programımızın tamamını daha önce görülmemiş bir bütünlükle’ başaracaklarını ‘hayal etme’ye hakları vardır, ‘... ve bu başarılırsa ... o zaman devrimci yangın Avrupa’yı saracaktır.... Sırası gelen Avrupa işçi sınıfı ayaklanacak ve bize ‘nasıl yapılacağını’ gösterecektir; o zaman Avrupa’daki devrimci yükseliş dönüp Rusya’yı etkileyecek ve birkaç yıllık devrimci dönem birkaç on yıla yayılacaktır.’ Rus devriminin bağımsız özü, gelişiminin en yüksek aşamasında dahi, burjuva-demokratik bir devrimin sınırlarını aşamaz. Rusya proletaryası için iktidar mücadelesi çağını açacak olan şey, Batıdaki muzaffer bir devrimdir. Bu kavrayış 1917 Nisanına dek partiye tamamen egemendi.” (Leon Troçki, 1930)

Stalinizm ve milliyetçilik

Ekim devriminin üzerinden 92 yıl geçti. Rusya’da gerçekleşen 1917 devrimi sadece sayısız deneyimi ve işçi sınıfının devrimci gücünü kanıtlayan en önemli ayaklanma olması nedeniyle değil, devrimin ardından yaşananların hem dünya hem de solun tarihini derinden etkilemesi nedeniyle de çok önemli.

Bugün Türk soluna buram buram sinmiş olan milliyetçiliğin kökenleri Ekim devriminin ardından yaşanan mücadele döneminde yatıyor. Sosyalizmin milli bir toplumsal örgütlenme biçimi alabileceğini düşünenler, tek bir ülkede sosyalizmin kurulabileceğini düşünenler, tarihsel olarak, bir hizbin, Ekim devriminin işçi demokrasisi üzerinde yükselen tüm enternasyonalist kazanımlarını gasp eden bir karşı devrimci gücün değerlerini savunuyor.

Milli bir sosyalizm olabileceğini düşünmelerinin nedeni, kendi egemenliğini, zorbalığını, şiddetini kullanarak kapitalist üretimi yeniden örgütleyen stalinist bürokrasinin “milliyetçi sosyalizm” teorisini savunmaları.

Oysa, tek bir ülkede sosyalizmin kurulmayacağı, ütopik, maceracı ve entelektüellerin uydurması değil, bilimsel sosyalizmin vaz geçilmez bir öğesidir. 1917 devriminin gerçekleşmesine yardımcı olan Bolşevik Partisi’nin tüm üyeleri için, sosyalist devrimin ancak dünya çapında zafere ulaşabileceği ve tek bir ülkede devrimin yaşaması için özelikle ekonomisi gelişkin kapitalist ülkelerin işçi sınıfının bu devrimi tamamlaması gerekliliği kesin bir koşuldu.

Bu yüzden Lenin, 1905 yılında Rusya’da, Avrupa sosyalist devrimleri gerçekleşmeden bir sosyalist devrimi bile mümkün görmüyor ve şöyle diyordu: “Rus proletaryası artı Avrupa proletaryası devrimi örgütleyecekler. Böylesi koşullarda Rus proletaryası bir ikinci zafer kazanabilir. Dava hiç de umutsuz değildir. İkinci zafer Avrupa’da sosyalist devrim olacak. Avrupalı işçiler bize ‘nasıl yapılacağını’ gösterecek ve sonra onlarla beraber sosyalist devrimi yapacağız.”

Lenin tek bir noktada yanıldı: Rus işçileri, sosyalist devrimi, tek başlarına gerçekleştirdi. On milyonlarca köylünün desteğini alan yüz binlerce işçi, önce Çarlık rejimini, ardından kapitalist egemenlik ilişkilerini alt üst etti.

Rus devrimi bir parti darbesi değil, milyonların aşağıdan yaratıcı eyleminin ürünüydü. Lenin, devrimden sonra 7. Parti Kongresi’nde, “Devrimimizin yaptığı bir kaza değil… o bir parti kararının ürünü değil… o yığınların kendilerinin kendi sloganlarıyla, kendi güçleriyle yarattıkları bir devrim… Sosyalizm bir azınlık, bir parti tarafından tamamlanamaz. O sadece on milyonlar kendi kendilerine yapmayı öğrendikleri zaman tamamlanabilir.” diyordu. 

Ekim devrimi kelimenin tam anlamıyla bir işçi devrimiydi, aşağıdan bir kitle hareketinin en keskin virajıydı ama devrim gerçekleştiği andan itibaren, tam da dünya devrimi imdada yetişemediği için, tek bir ülkedeki işçi iktidarı tek başına kaldığı için deforme olmaya başladı.

Mart 1918’de, devrimin daha altıncı ayı dolmadan yapılan kongrede Lenin şu çığlığı atıyordu: “Dünya tarihsel bakış açısından ele alındığında, eğer diğer ülkelerde devrimci hareketler olmazsa, eğer yalnız kalırsak devrimimizin nihai zaferinin şansının olmadığına hiç şüphe yoktur…Tekrar ediyorum, bütün bu zorluklardan kurtuluşumuz bütün-Avrupa devrimindedir… mutlak doğru odur ki, bir Alman devrimi olmazsa hakkımızda hüküm verilmiş demektir… Eğer Alman devrimi gelmezse, her halükarda, akla gelebilecek bütün koşullar altında hükmümüz verilmiş demektir.”

Alman devrimi imdada gelmedi, gelemedi. 1918-1923 yılları arasında Almanya’da işçi sınıfının kahramanca tüm ileri hamleleri yenildi. Ve Rus işçilerinin hükmü verilmiş oldu. Alman devriminin yenilgisi, Ekim devriminin yenilgisi anlamına geldi.

Rusya’da tek başına kalan işçi demokrasisi ekonomik çöküntüyle, emperyalist işgalle, iç savaşla tek başına mücadele ederken, kaçınılmaz bir biçimde sönümlenmeye başladı. Devrim yapan ve devrimden sonra dünyanın tüm şiddetine maruz kalan Rus işçileri sadece yalnız kalmadılar, bu yalnızlık içerisinde yok olmaya başladılar. Yok olmayan tek şey, sınıflar mücadelesiydi ve Ekim devrimi hakkında Lenin’in sözünü ettiği hükmü, Çarlık döneminin subaylarıyla, memurlarıyla, bürokrasisiyle, işletme müdürleriyle uzlaşan stalinist klik verdi. 

Tek ülkede sosyalizm teorisi, işte bu stalinist bürokrasinin egemenliğinin ideolojisidir. Alman devrimi imdada gelemediği, dünya devrimi yetişemediği için Rus işçi sınıfı şekillenmesini yitirir, işçi demokrasisi dağılır ve yerine asker-bürokrat-parti iktidarı kurulurken, bu iktidarın dünya devrimini troçkist bir ucube olarak ilan etmesinden daha doğal ne olabilir ki?

Varlık temeli dünya devriminin gerçekleşmemesi ve giderek uluslararası işçi isyanlarının engellenmesi olan stalinist bürokrasinin kanlı egemenliğinin ideolojik kılıfı olarak milli bir sosyalizm teorisi geliştirmesi doğal da, doğal olmayan bugünün bazı “komünist ve solcularının” hala kendi milliyetçiliklerine marksizmi tanık göstermeye çalışmaları.

SON SAYI