21. yüzyıl sosyalizmine yön veren gelenek

MARKSİST.ORG
Tipografi
  • Daha Küçük Küçük Orta Büyük Daha Büyük
  • Varsayılan Helvetica Segoe Georgia Times

Volkan Akyıldırım

Rusya'da sosyalist devrimin Lenin'le birlikte lideri Lev Troçki'ye 20 Ağustos 1940'da sürgünde yaşadığı Meksika'da Stalinist rejimin bir ajanı tarafından suikast yapıldı. Troçki ertesi gün hayatını kaybetti.

1927'de parti üyeliğinden atılmış ve sürgün hayatı başlamıştı. Bolşevik geleneğin sürdürücüsü Sol Muhalefet devlet tarafından imha edilmiş, "Troçkist" denilen Bolşeviklerden hayatta kalanlar toplama kamplarına gönderilmişti. Devrimciler orada yaptıkları açlık grevlerinde ölürken, dünya komünist hareketinin çoğunluğu Stalinizm’i sosyalizm olarak gördü, destekledi. Stalinist rejim öldüremeyip sürgüne gönderdiği Troçki'yi en büyük düşman ilan etti. Troçki ile birlikte tutum alanlarsa bir azınlıktı.

Sürgünde, uzakta, Stalinizmi yıkacak siyasi güce sahip olmadığı hâlde neden öldürdüler?

Sürgün yıllarını Stalinizm’in devrimci eleştirisini yaparak, Almanya'da Nazilerin önlenebilir yükselişi ve birleşik cephenin gerekliliği hakkında dünya işçi sınıfını uyararak, 1917 devrimiyle başlayıp II. Dünya Savaşı’yla son bulan devrimci altüst oluşlarda kazanmak için taktikler önererek ve Bolşevik geleneğin sonraki kuşaklara aktarılması için yazarak geçiren Troçki'yi onlar için tehlikeli kılan devrimci fikirleriydi.

Devrimcileri öldürebilirsiniz ama devrimci sosyalist fikirlerin yayılmasını önleyemezsiniz.

Stalinist rejimler 1989'da halk ayaklanmalarıyla devrildi. Dünya işçi hareketine sınıf uzlaşmacı fikirler yayan ve 1968'de Fransa'da olduğu gibi genel grevleri satıp devrim fırsatını heba eden komünist partiler tarihe karıştı. Stalin 20. yüzyılın en vahşi diktatörlerinden biri olarak edilerek tarihte hak ettiği yeri alırken; Troçki'nin geleneğini sürdürenler, küçük fakat diri güçleri ve berrak perspektifleriyle, 21. yüzyıl küresel işçi hareketinin devrimci kanadını oluşturuyor.

Son büyük bölünme

Sosyalist hareketin içinde hep iki kanat varoldu: Yukarıdan sosyalizm, aşağıdan sosyalizm. Birbirine zıt bu iki gelenek, uluslararası işçi hareketinin tarihindeki üç büyük siyasi bölünme ile şekillendi.

İlk büyük bölünme, I. Enternasyol’de sosyalistler ve anarşistler arasında yaşandı. Marx’ın bilimsel sosyalizmini küçümseyen anarşistler, onu destekleyenlere “Marksistler” dediler. Marx, devrimci sosyalizminin kendi adıyla anılmasına karşı çıktı fakat adımız böyle kaldı. İşçi sınıfının siyasi mücadelesini reddeden anarşistler bilinçli bir azınlığın, kapalı ve konspiratif yöntemlerle örgütlenmesini savunuyordu. Marksistler ise devrimi sadece siyasi iktidarın ele geçirilmesi değil, yapan kitlelerin bilinç değişikliğiyle yeni bir topluma geçişi sağlama eylemi olarak görüyorlardı. Kitleleri, ekonomik ve siyasi mücadelelerle kendi kurtuluşlarını sağlayacak özne olarak gören Marksistler, işçi sınıfını pasif bir destekçi kılan elitist yukarıdan sosyalizmi reddettiler. Marksizm, bu bölünmeden ana sosyalist akım olarak çıktı.

İkinci büyük bölünme, Marksistler tarafından kurulan II. Enternasyonal’de yaşandı. Bölünmenin sebebi I. Dünya Savaşı’ydı. II. Enternasyonal’in çoğunluğu emperyalist savaşa katılan kendi hükümetlerini destekledi ve işçi sınıfına vatanseverlik çağrıları yaptı. Rosa Luxemburg, Lenin ve Troçki gibi marksistler ise “kendi” devletlerini desteklemeyi reddedip savaşa karşı sınıf savaşı ve devrim çağrısı yaptı. Sosyal-demokrasi, mecliste çoğunluğu elde edip kararnamelerle sosyalizmin kurulabileceğini savunuyordu. Parti siyasi mücadeleyi vermeli, işçiler ekonomik mücadeleyle ilgilenmeliydi. İşçi sınıfı sosyal-demokrasi için de pasif bir destekçiydi. Seçimlerde gidip oy vermeleri yeterliydi, partinin kontrolü dışında gelişen her hareket sosyalizmin evrimini sekteye uğrattığı için yanlıştı. Sosyal-demokrasinin yukarıdan sosyalizmi, onu burjuvazi ile işçi sınıfı arasında uzlaşmayı öneren bir akım hâline getirdi ve bundan emperyalist savaş destekçiliği çıktı. II. Enternasyonal’in işçi sınıfına ihanetine karşı çıkan devrimcilerin başını Lenin çektiği için, bu bölünmede aşağıdan sosyalizmi savunanlar Leninist ya da Bolşevik olarak adlandırıldı.

Uluslararası işçi hareketinin üçüncü büyük bölünmesi ise Stalinizm ve Troçkizm arasında yaşandı.

Tek bir ülkeye sıkışan, sosyal tabanını iç savaşta kaybeden işçi devleti, 1920’lerin ortasından itibaren başka bir sınıfın elini geçmişti. Devlet bürokrasisi ile parti bürokrasisinin birleşiminden oluşan yeni yönetici sınıfın lideri Stalin’di. Stalin, sosyalizmin tek bir ülkede kurulabileceğini iddia etti. Bu, devrimci sosyalist geleneğin tartışmasız kabul ettiği, küresel kapitalizmden kurtulmak için dünya devriminin gerekli olduğu temel fikrinin reddiydi. Marksizm’in özü olan enternasyonalizme karşı oluşturulan Tek ülkede sosyalizm milliyetçi teorisi, Rusya’da işçi devriminin elde ettiği kazanımların gasp edilmesinin ideolojisiydi. Sosyalist devrimi gerçekleştiren işçi sınıfının atomize olmuştu, fabrikaları dolduran yeni işçilerin köyden henüz kopmuş ve devrim deneyiminden uzaklardı. Lenin’in ölümünden sonra Bolşevik Partisi liderliği sağ, merkez ve sol kanat bölünmüştü. Stalin’in liderliğindeki merkez, bürokrasinin karşı-devrimine liderlik etti. Troçki ise Sol Muhalefet’in lideriydi, Lenin’in geleneğini sürdürenler kendilerine Bolşevik derken Stalinistler tarafından Troçkist olarak adlandırıldı. Troçkistler, önceki iki bölünmede Marksist ve Leninist tarafta yer alanlardı.

Devrimci hafıza

Aşağıdan sosyalizm, yukarıdan sosyalizmi savunan akımlar tarafından her zaman şiddet ve karalamaya yok edilmek istenen, devletler tarafından imha edilmeye çalışılmış gerçek sosyalist harekettir.

Devrimci gelenek, kitabî ve örgütsel devamlıktan fazla bir şeydir. Aldığımız her politik tutum, bir geleneğe denk düşer. Son büyük bölünmede Troçki’den yana tutum almak, Stalinizmi reddetmek, parti iktidarını değil işçi sınıfının taban örgütleriyle doğrudan demokrasisini, dünya devrimini ve enternasyonalizmi savunmaktır.

21. yüzyılın antikapitalist hareketi bu dört noktada hem fikir. Küresel düzenin yapısına bakarak yeni bir topluma geçişin yolunu saptayan aktivistlerin zemini elbette aşağıdan sosyalizm geleneğidir.

Troçki, partinin işçi sınıfı devrimci hafızası olduğunu söyler. Devrimci gelenek, son 400 yılda yaşanan sınıf mücadelelerinin deneyimlerinin taşıyıcısıdır. Bu sayede, dünyayı değiştirmek isteyen yeni kuşaklar sıfırdan başlamak zorunda değildir. Önceki mücadelelerin dersleriyle harekete geçen bir işçi sınıfı yenilmez. Yukarıdan sosyalizmi savunan akımlar bu derslerin bilgisini işçi sınıfına taşımaz, onlar kendi partilerini övmekten, “işçiler partiye, parti iktidara” demekten başka bir şey yapmaz. Marx’ın, Lenin’in, Troçki’nin devrimci geleneğini savunan partiler, yeni bir topluma geçiş için işçi sınıfına yardımcı olabilir ancak.

Troçki’den sonra Troçkizm

Troçki’nin katledilmesini II. Dünya Savaşı ve bitiminde kurulan iki kutuplu dünya düzeni izledi.

Sovyetler Birliği’nin yozlaşmış işçi devleti olduğunu söyleyen Troçki, Stalinizm’in politik bir karşı devrimle iktidarı ele geçirdiğini fakat ekonomideki yapının devrimin kazanımları tarafından belirlenmeye devam ettiğini düşünüyordu. Kastettiği kazanımlar planlı ekonomi, tam istihdam, parasız sağlık ve eğitimdi. Bürokrasinin yeni bir hâkim sınıf değil, geçici bir asalak olduğunu düşünüyor ve yaklaşan II. Dünya Savaşı’nda devrilerek çıkacağını tahmin ediyordu. Böylesi bir gelişme dünya komünist hareketinin önünü açacak, sosyal demokrasinin hâkimiyeti son bulacak ve Stalinizm’den kurtulan partiler, krize soktukları kapitalizme karşı devrimci dalgayı yeniden başlatacaktı.

Böyle olmadı. Stalinizm savaştan sonra Rusya’da yıkılmak bir yana Doğu Avrupa’yı işgal ederek dünyanın üçte birini kontrol eden küresel bir kampa dönüştü. ABD imparatorluğunun karşısında SSCB imparatorluğu oluştu. Bürokrasi devrilmek yerine daha da güçlendi. Kapitalizm krizden çıkarak yeni bir büyüme dönemine girdi. Komünist partiler savaş sonrası işçi sınıfının öncü kesimlerinin baktığı kitlesel partiler olmaya devam ederken sosyal-demokrasi hegemonik akım olmayı sürdürdü. Troçki’nin kurduğu 4. Enternasyonal dünya partisine dönüşmeyerek küçük bir hareket olarak kaldı.

Doğu Avrupa’da Kızıl Ordu’nun işgali ile kurulan Stalinist rejimler SSCB’nin birer kopyasıydı. Eğer orduların işgali ile yukarıdan, dejenere de olsa işçi devletleri kurulabiliyorsa ya işçi sınıfının devrimci tek sınıf olduğunu savunan Marksizm kökten yanlıştı ya da Troçki’nin yozlaşmış işçi devleti teorisi.

Troçkist hareket krizdeydi. Takipçilerinin bir kesimi dünyadaki durumu reddederek Troçki’nin savunduğu fikirlerin bütünüyle doğru olduğunu dogmatikçe savunmaya başladı. Tony Cliff ise Marksist yöntemle SSCB’ye bakarak, sorunun Troçki’nin teorisinden kaynaklandığını buldu. Yanıldığı yer SSCB’nin yozlaşmış işçi devleti değil bürokratik devlet kapitalisti olduğuydu. Bürokrasi geçici bir asalak değil hakim sınıftı. Devlet mülkiyeti aracılığıyla ekonomiyi kontrol eden azınlık, neyin ne kadar üretileceğine, nasıl paylaşılacağına karar veriyordu. Hiç bir zaman hedefleri tutmayan ekonomik planlar, sermaye birikimi için yaygın emek sömürüsünün örgütlenmesinden başka bir şey değildi. SSCB’de artı-değer sömürüsü, bürokrasinin ayrıcalıklarını büyütüyordu. Özel mülkiyet edinme hakkı yoktu fakat bürokratlar merkezi olarak kontrol ettikleri üretimde elde edilen zenginliğe kolektif olarak el koyuyordu. 1948 yılında Tony Cliff tarafından yazılan Rusya’da Devlet Kapitalizmi, sosyalizmin Stalinizm olmadığını dünyaya duyurdu.

Cliffçiler diye bir şey yoktur, çünkü Troçki’den sonra hareketinin ortodoks Troçkizm ve Troçkizm arasında bölünmesi uluslararası işçi hareketinin bir bölünmesi değildir. Rusya’da Devlet Kapitalizmi marksizme büyük bir katkıdır, ama bunu yeni bir teoriyle değil Marx’ın Kapital’deki yöntemiyle yapılmıştır.

Cliff’in katkısının büyüklüğü 1989’da Doğu Avrupa’da Stalinizm’in çöküşü ile görüldü. Stalinistlere göre çöken sosyalizm, ortodoks Troçkistlere göre yozlamış da olsa bir işçi devletiydi: Her iki akım da SSCB’nin işgali ile kurulan stalinist baskı rejimlerinin, işçilerin önderliğindeki halk ayaklanmalarıyla yıkılmalarını “karşı-devrim” olarak niteledi. Bu, sosyalizmden kökten kopuştu ve kopanlar bir daha kendilerine gelemedi.

Uluslararası Sosyalizm Akımı (IST) ise 1989 Doğu Avrupa devrimlerini selamladı, çünkü tam da Troçki’nin dediği olmuştu. İşçi sınıfının ideolojisi sosyalizmin içini boşaltıp ona karşı kullanan gaddar rejimlerin varlığına işçiler son verdi. Bize göre Stalinizm’in böyle sonu, bunun ekonomik krize dayanması, dünyada devrimlerin önünün açıldığı yeni bir mücadele döneminin başlangıcıydı.

Ortada güçlü sosyalist partiler yokken, 21. yüzyılın protesto ve ayaklanma dalgasıyla başlaması, önceki yüzyılın dünya düzenin tarihe karışması, bütün bunların bağrında işçi mücadelelerin olması haklı çıktığımızı kanıtlıyor.

Birleşik cephe

Troçki’nin devrimci sosyalizme katkıları sadece teorik değildir.

Sovyet denilen yapı, üyelerinin fabrikalardan seçilmiş temsilcilerden oluştuğu taban örgütüydü ve burjuva iktidarına alternatif olarak ilk kez 1905’teki kendiliğinden işçi devriminden doğmuştu. Troçki, fabrikaların düşüncesini iyi temsil eden bir devrimci olarak sovyetin başkanı yani sözcüsü oldu. 1905 yenildikten sonra Çarlık mahkemelerinde sovyeti savundu. 1917 Şubat devrimi ile sürgünden döndüğünde yeniden Petrograd Sovyeti’nin başkanı seçildi.

İç savaş sebebiyle Kızıl Ordu’nun kuruculuğu ve birçok görevi yapan Troçki’nin pratiğe en önemli katkısı Lenin tarafından formüle edilen 3. Enternasyonal’in ilk dört kongresinin kararlarını stalinizme karşı savunmasıdır.

Bu kararların en önemlisi birleşik cephedir. Bölünmüş işçi sınıfının ortak talepler için mücadelede birleştirilmesi, bu mücadelede devrimcilerin reformist liderlikleri destekleyen işçi kitleleri ile yan yana gelmesi, mücadelenin en kararlı unsuru olarak onları kazanmaları.

Stalinistler tarafından burjuvazinin çeşitli kanatlarıyla işbirliğinin adı olan Halk Cephesi’ne karşılık Troçki’nin savunduğu birleşik işçi cephesi taktiği, en geniş kitleleri sosyalizme kazanmanın bugün de tek yoludur. Birleşik cephe, sadece sermaye sınıfının saldırılarına karşı işçi sınıfı tek etkili savunma yöntemi değildir. Troçki, kriz anlarında işçi sınıfının çıkarlarını temsil eden taleplerin kapitalist sınıf tarafından karşılanmayacağını, bu talepleri hayata geçirmek için verilen mücadelesinin sosyalizme geçişi başlatacağını söylüyordu.

Sosyal mücadelelerinin haklı taleplerini karşılamayan, işçi haklarını tanınmayan, insanlık tarihindeki en derin eşitsizliği aşırı kârlarıyla yaşatan, iklim değişikliğini durdurmak için hiçbir şey yapmayan ve savaş üretmeye devam eden çürümüş kapitalizmin sonu, ortak taleplerimiz için birleşik mücadelelerinin kazanmasına bağlı. Troçki sayesinde bugüne taşınan birleşik işçi cephesi taktiği, 21. yüzyılın hegemonya savaşında elimizdeki en önemli kazanma aracıdır. Yeni işçi hareketleri tabanda tam da bunu yapmaya çalışmaktadır.

Türkiye’de DSİP’in teoriye bağlılığı ile ortak politik talepleri kazanmak için aktivistlerle birlikte örgütlenme çabası, Troçki’nin devrimci geleneğinden ilham ve güç alıyor.

 

SON SAYI