Antikapitalistler'in seçim bildirisi: Barış için oyumuz HDP'ye!

ANTİKAPİTALİSTLER
Tipografi
  • Daha Küçük Küçük Orta Büyük Daha Büyük
  • Varsayılan Helvetica Segoe Georgia Times

Antikapitalistler'in yürüttüğü "Oyumuz Umuda" kampanyasının haftalardır sokaklarda dağıttığı seçim bildirisi şöyle:

7 Haziran’da bir şey oldu. Bir süredir unuttuğumuz bir his, varlığını tekrar hissettirdi. Barış, demokrasi ve insanca bir yaşam umutlarımız güçlendi. Hep birlikte tekrar öğrenmeye başladık. En önemlisi de seçim sonuçları bizleri, bir şeyleri değiştirebileceğimize ikna etti. Bizi, mevcut düzen partilerine mahkum olmadığımız gerçeğiyle buluşturdu. Çünkü HDP’nin 12 Eylül barajını aşıp yüzde 13.1 oy alması, belki de bu ülkede ilk kez doğuyla batının kucaklaşmasını sağladı.

Bugün ise hep birlikte büyüttüğümüz bu umut, korku ve kaygıların gölgesi altında. HDP’nin seçim zaferi ile başkanlık planları suya düşen Erdoğan, savaş çığırtkanlığında sınır tanımıyor. Yetmiyormuş gibi CHP ve MHP de onun savaş tezkeresine ‘evet’ oyu verdi. Türkiye her gün çatışma ve her iki taraftan da gelen ölüm haberleriyle sarsılıyor. Kardeş halkların arasına düşmanlık tohumları ekiliyor.

Peki düne kadar Kürt sorununun çözüm müzakeresi başlıklarını AKP hükümetinin bakanları ve HDP milletvekilleri ortaklaşa duyurmuşken ne oldu da 30 yıldır süren bu savaş geri döndü?

Düşünsenize... Türk savaş uçakları, ABD savaş koalisyonunun bir parçası olarak Irak ve Suriye’yi bombalıyor. İşgal hazırlığı yapılıyor... İncirlik ve diğer askeri üsler ABD savaş uçaklarına açılmış durumda. Göz göre göre, bedellerinin ne boyutta olduğunu öngöremediğimiz bir bölgesel savaşa dahil edildik. Peki ne uğruna? Erdoğan ve AKP iktidarının gücünü ve yağmaladığı kaynakları ölümüne savunması uğruna... Bu savaşın halklarla, bizimle bir ilgisi yok!

Şu an önemli bir yol ayrımındayız... Önümüzde iki seçenek var:

Türkiye’ye savaş, baskı, ırkçılık, kamplaşma ve nefret mi hakim olacak? Yoksa barış, eşitlik, tam demokrasi, özgürlük ve farklılıklarıyla birbirine saygı gösteren bir toplum mu? 1 Kasım’da oyumuzu, işte bu iki gelecekten birine vereceğiz. Sizin oyunuz hangisine?

Daha fazla kan dökülmesine izin veremeyiz.

Bu kanı şiddet ve yok saymak değil, Kürtlerin eşitlik taleplerine kulak vermek, gasp edilen haklarını iade etmek durdurabilir ancak!

Oyumuz umuda!

Hiç kimsenin çatışmalarda ölmediği bir çözüm mümkün. 

Oyumuz HDP’ye! Neden mi?

Unutmayın! Mecliste Irak ve Suriye’ye karşı savaş tezkeresine ‘hayır’ oyu veren tek parti HDP. Devlet ve PKK arasındaki çatışmalara ‘silahlar sussun, barış müzakereleri başlasın’ diyen tek parti hangisi peki? Yine HDP. Şu an Selahattin Demirtaş’tan başka barışı savunan bir politik lider var mı? Ne yazık ki hayır.

Oyumuz barışa!

HDP ile kendine temsil hakkı bulan Kürt halkı bizlere dostluk elini uzatıyor. Bu eli tutalım. Savaşı hep birlikte durduralım.

Başkanlık değil demokrasi

Önceki seçimi Erdoğan’ın başkanlık dayatmasının kabul edilip edilmeyeceği belirledi. Seçmenler bırakın anayasayı değiştirecek çoğunluğu, AKP’nin 13 yıllık tek başına iktidarına son verdi. Sandıktan başkanlık değil demokrasi çıktı. Bunu HDP’nin seçim zaferi sağladı.

1 Kasım’da da aynı durum geçerli. HDP mecliste ne kadar güçlü temsil edilirse, Erdoğan başkanlık planları suya düşecek. Cumhuriyet kurulduğu günden bugüne devletin hışmına uğrayan halklar ve ezilenler temsil edilebilecek.

- 7 Haziran seçimleri öncesi ‘HDP barajı geçerse AKP ile uzlaşacak’ denmişti. 6 milyon seçmenden oy alan HDP sadece AKP’ye karşı demokratik muhalefetin odağı olmadı. Düzen partileri CHP ve MHP karşısında meclisteki ana muhalefet olduğunu gösterdi.

- 'Demirtaş samimi değil’ demişlerdi. HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, 7 Haziran öncesi seçmene verdiği sözleri tuttu. İktidara demokratik muhalefet ederken barışı savundu.

- Bugün tek sorunumuz başkanlık için ortalığı yangın yerine çeviren Erdoğan’ı durdurmak değil. Erdoğan’ın başlattığı, MHP ve CHP’nin desteklediği bu savaşa son vermeliyiz. Yani HDP’ye oy vermek için bugün daha fazla gerekçemiz var.

Yalanlar ve gerçekler

Sevgili seçmen,

Bu seçim savaş koşullarında yapılıyor. Her savaş, yalanları da beraberinde getirir. HDP’yi barajın altına itmek için elinden geleni ardına koymayanlar, 1 Kasım seçimlerinin sağlıklı koşullarda yapılmasını engellemek için her yola başvuruyor.

İddia: ‘HDP meclise girerse Türkiye bölünür’

HDP meclise dördüncü parti olarak girdi. Onunla temsil edilen Kürt halkı onca baskıya, zulme, ırkçılığa, aşağılamaya rağmen elini barışa uzattı ve eşit koşullarda bir arada yaşamak isteğini dile getirdi. Fakat halklar, her türlü şiddet yöntemi kullanılarak birbirine karşı kışkırtıldı. Parti binaları yakıldı, üyeleri şiddete maruz kaldı. Tüm bu süreçte, HDP üyeleri hiçbir şiddet eylemine karışmazken, meclisteki üç partinin ve çeşitli ırkçı grupların saldırıları artarak devam etti.

Bugün eğer Türkiye’de bölünme tehdidi varsa bunun kaynağı Kürtlerin uzattığı barış elini tutmayıp, devlet eliyle şiddeti her geçen gün büyütenlerdir! Irkçı açıklamalar yaparak linçleri teşvik edenler... Fethiye’de Kürt vatandaşa Atatürk heykelini zorla öptürenler... Kırşehir’de, Antalya’da ve diğer illerde HDP üyelerine ait dükkanları yakıp, yıkanlardır... Kadın PKK üyesinin naaşına işkence yapıp teşhir edenler... Kürt çocuklarını öldürüp, gençleri zırhlı aracın arkasına bağlayarak sokaklarda sürükleyenler... Teni esmer diye sokaktaki vatandaşa saldıranlardır. Bölücü olan HDP değil Erdoğan başta olmak üzere tüm düzen politikacıları, milliyetçi propagandalarla halkı kışkırtanlar ve ırkçılardır. Ama biliyoruz ki, bu akıl tutulmasının yaratıcılarını oylarımızla durduracağız. Dışlama, aşağılama, öldürme tehditlerine rağmen HDP ‘ortak vatan, özgür yaşam’ politikasını savunmaktan tek bir an bile vazgeçmedi.

İddia: ‘HDP bağımsız değil, dış güçler tarafından yönetiliyor’

İşte yıllardır ezber ettiğimiz, o bildik hikaye... Türkiye’de her kim devlete muhalefet etse, yerleşik düzeni sorgulayıp değişmesini talep etse “dış mihrakların” uzantısı ilan edilir. Olup bitenleri dış güçlerin komplosu olarak görmemizi isteyenler, kendi halklarını ezen, bombalayan, katledenlerdir. Kendi vatandaşlarından insanca yaşamı esirgeyenlerdir. Adaletsiz düzen ve ceberut devlet geleneğini aklayanlardır. Ne zaman “dış güçlerin oyunu” nakaratı başlasa, biliyoruz ki orada ezilenler vardır...

Şu unutulmamalıdır ki bugün HDP’yi “emperyalistlerin kuklası” olarak karalayan iktidar NATO bünyesinde Ortadoğu’da jandarmalık yapmaktadır.

İddia: ‘HDP eşittir PKK’

HDP, 15 Ekim 2012 günü Ankara’da İçişleri Bakanlığı’na verilen bir dilekçeyle anayasal olarak kuruldu. Her siyasi parti gibi Siyasi Partiler Kanunu’na tabi. Yöneticileri yasal kongrelerde belirleniyor.

HDP’yi kendi siyasi temsilcisi olarak gören Kürt halkın PKK’yi de desteklemektedir. HDP’ye oy veren Kürtler, PKK lideri Abdullah Öcalan’ı önderleri olarak görüyor. Bundan dolayı devlet Kürt sorununun çözümü için Öcalan’la görüşüyor. Yıllardır Kandil’le gizli diplomasi yürütüyor. Devletin de içinde bulunduğu bu sürecin suçlusu ilan edilen ise her nedense HDP oluyor.

Bu da halkın gözünde HDP eşittir PKK denklemini yarattı. Ancak, bu denkleme inananlar çok önemli bir noktanın farkına varmıyor. Bu nokta tercih edilen “yöntem”. PKK silahlı mücadeleyle Kürtlerin taleplerini kabul ettirmeye çalışırken, HDP demokratik siyaset yürütüyor. Bu denklemi kabul edenler, aslında Kürt halkına ‘Siyaset yapmayın, dağa çıkın’ mesajını veriyor. Peki hatırlayalım... ‘Dağda değil ovada siyaset yapsınlar’ diyenler bugün HDP’yi kriminalize etmeye çalışanlar değil miydi? Kürt sorununun demokratik siyasetle çözümünü mümkün kılacak tek parti HDP’dir. Bu gerçeğin farkında olup, HDP’yi baraj altında bırakmak isteyenler işte bu yüzden silahların konuşmasından yana. Çünkü barış onların sonunu getirecek!

İddia: ‘Meclise girdi de ne oldu?’

Eğer siyasi iktidar 7 Haziran’da halkın barış çığlığına kulaklarını tıkamasaydı Kürt sorununun çözümü hızlanır, şiddetin önüne geçilirdi. Ancak ne yazık ki bu fırsat, bile isteye heba edildi. HDP, hiçbir partiye yapılmayan baskıları göğüslemek zorunda bırakıldı. Ona kitlesel olarak oy veren vatandaşların bulunduğu illerde, ilçelerde, köylerde, kasabalarda sıkıyönetim ilan edildi. Siviller öldürüldü. Tanklar, Diyarbakır sokaklarında dolaştırılarak halka göz dağı verilmeye çalışıldı. HDP’li bakanlara yurtdışına çıkış yasağı getirildi, Kürt illerine girişleri engellenmek istendi. HDP’nin meclise girmesini hazmedemeyenler sokakları cehenneme çevirdi. Buna karşılık HDP milletvekilleri, devlet güçleri ve PKK arasındaki çatışmaları engellemek için mümkün olan her şeyi yaptı. Ateş altındaki insanlara yardım ettiler. Savaş ve Kürt meselesi dışında, yıllardır hiçbir partinin dillendirmediği pek çok konuyu meclis gündemine getirdiler.

Ölüm değil çözüm

Sevgili seçmen,

Sorunun kökenine inelim... Her şey nasıl başladı? Kürt sorunu, tekçi 1924 anayasası kabul edilmesi ve Kürtlere verilen özerklik sözünün tutulmaması üzerine başladı. Bugünkü savaş, 50 binden fazla insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan 30 yıllık çatışmanın devamı. Yaşanan, Kürtlerin tarihteki 29. isyanı. Bu isyana ve onun nedenlerine kulak verelim mi?

Savaşa hayır

PKK’ye karşı savaşmak hiçbir şeyi çözmez, aksine on yıllarca sürebilir. Geçen otuz yılda ki devletin PKK’yi  askeri yöntemlerle yok edemediği açıkça görüldü. PKK ise silahlı mücadeleyle ulusal baskıya son veremeyeceğini biliyor, bu nedenle Kürtlerin haklarının tanınacağı güvencesi verilmesi halinde barış masasına oturacağını söylüyor. 7 Haziran seçimlerden hemen önce silahlar kalıcı olarak susmak üzereydi. Eğer hükümet Dolmabahçe’de verdiği sözü tutup Kürtlerin haklarını iade etme ve Türkiye’yi demokratikleştirme yolunda somut bir adım atsaydı PKK, Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile silah bırakacaktı. Hala gerçek adımlar atıldığı takdirde silahları susturacaklarını söylüyorlar.

Nedir bu adımlar?

Kürtçe anadilde eğitim. Anadil yasağı Kürt sorununun özüdür. Hükümet, bu talebi yerine getirmemekte ısrar ediyor. Kürtçe’yi seçmeli ders statüsünde tutup eğitimin bütün alanlarında kullanılmasını engelliyor.  Oysa Kürtlerin kendi anadillerinde eğitim alabilmesi pazarlık konusu edilmeyecek bir insan hakkıdır.

Demokratik özerklik. Kürt illeri batıdaki sistemden farklı olarak, Ankara’dan atanmış ve özel yetkilerle donatılmış valilerce yönetiliyor. Kürtler kendi kendilerini yönetmek ve ülke yönetiminde eşit koşullarda yer almak istiyor. Bu talep illegal değil ve Türkiye’nin bölünmesi anlamına gelmez. Tersine, dünyanın pek çok bölgesinde uygulanan ve halkların barış içinde yaşamasını sağlayan, başarılı bir siyasi bir model.

Üstelik Birinci Meclis Kürtlere bölgesel özerklik sözü vermişti. Bu söz daha sonra tutulmadı. HDP, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan şerhlerin kaldırılması ve ilgili ek maddelerin imzalanmasını istiyor. Sadece Kürt bölgesine değil her bölgede yerinden yönetimi savunuyor. AKP, 2011 ve 7 Haziran seçim beyannamesinde, Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı’nın tüm hükümleriyle uygulanacağını vaad ettiği halde, gerekli yasal adımları atmadı. CHP’de seçim vaatleri arasına yerel yönetimlere özerkliği koydu. Özerklik, Kürt sorununun çözümü ve kalıcı barışı getireceği gibi Ankara’daki yolsuzluk ve rüşvet çarkına da çelme takacak. Kürtler kendi belediye başkanlarını seçebildiği gibi vali ve yerel yöneticilerini de belirleyebilmeli.

Köy, kasaba, şehir isimlerinin iade edilmesi. Kürt yerleşimlerine Türkçe ad verilmesi ulusal baskıdır. Gerçek isimlerin iadesi, adaletin sağlanması için önemli bir sembolik adım. Çünkü Kürt halkının varlığını inkar ile şekillenmiş şimdiki isimler yalnızca bu husumetin büyümesine yarıyor. İşte tam da bu yüzden; Tunceli değil Dersim.

Kürt siyasi mahpusların serbest bırakılması. Darbe girişiminde bulunanlar sokakta... Berkin Elvan’ı katledenler sokakta... Kürt siyasetçiler ise keyfi olarak tutuklanmaya ve hapiste tutulmaya devam ediyor. Keyfi tutuklamalara ve yargıdaki adaletsizliğe son vermek sadece Kürt sorununun çözümüne katkı sunmayacak, Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde de yaşamsal bir adım olacak.

Avrupa’daki sürgünlerin dönmesi. 1990’lardaki şiddetli savaşta pek çok köy yakılmış, bir çok Kürt siyasetçi infaz edilmiş, yasal Kürt partileri kapatılarak yüzlerce yönetici ve parti üyesine ağır cezalar verilmişti. O karanlık yıllar bugün reddediliyor. Sürgündeki Kürtler hakkındaki suçlamaların düşürülmesi, onlara yaşam ve siyaset hakkı tanınması adaletin sağlanması için vazgeçilmezler arasında...

Dağdakilere siyaset hakkı. Kürt sorunu varoldukça PKK savaşı sürdürecek. PKK’lilere siyaset yapma hakkı tanınmadıkça bu sorun çözülmeyecek. Bu nedenle, daha fazla insanın ölmemesinin tek yolu Kürt sorununun siyasallaşması, dağdakilere siyaset hakkı tanınması.

Barışa katkı sunalım

Çözüm için gerekli olan bu adımların atılması için Türkiye demokratikleşmeli. HDP sadece Kürtlerin değil, tüm halkların eşitliğini savunuyor. HDP’ye verilen her oy, hakları pazarlık konusu edilen acılı bir halka verilen destektir. Aynı zamanda gasp edilen kendi özgürlüğümüz için atacağımız bir isyan çığlığıdır!

Hiç kimsenin çatışmalarda ölmediği, ödediğimiz vergilerin silaha değil eğitime, sağlığa, sosyal yardımlara harcandığı, hak ve özgürlüklerin geliştiği mutlu, huzurlu, insanca bir yaşam hepimizin hakkı. HDP’ye verilen her oy, Kürt sorununu bir pazarlık ve savaş konusu yapmaktan çıkaracak, çözüme katkı sunacak!

Antikapitalistlere çağrı: Birleşik mücadeleye!

Giderek derinleşen istikrarsızlık; siyasi, ekonomik ve ideolojik etkilerini her geçen gün daha çok hissettiriyor. Üstelik söz konusu istikrarsızlık sadece Türkiye’ye özgü de değil. Dünya her gün, her an küresel boyutta tehlike sinyalleri veriyor.

Gelelim ülkemizde aylardır süren ve savaş politikalarının devreye sokulmasıyla daha da derinleşen istikrarsızlığa... Bu konuda bir şeyler yapmalı, dev bir barış dalgası yaratmalı, küresel kapitalizmin tahribatlarına karşı harekete geçmeliyiz. Toplumun farklı kesimlerinde koca bir dirilişin işaretleri görülürken, bizce bunun tam zamanı!

Bu işaretler neler? Harekete geçen işçi sınıfı, yaptığı doğrudan eylemlerle, grev ve özellikle işyeri işgalleriyle toparlanıyor, silkiniyor... Türkiye ve Kürdistan’ın hemen her yerinde, inşaata dayalı ekonominin doğurduğu tahribata karşı inisiyatifler ve eylemler var... Hatırlayalım... 1990’ların ortasında, işçi sınıfı ve aktivistler, küresel kapitalizme karşı taarruza geçti. 1999’da antikapitalist hareket Dünya Ticaret Örgütü’nü bloke etti ve karar almasını engelledi. Dünyanın her yerinde örgütlenme ve mücadele için ilham alan milyonlarca insan sokaklara çıktı.

Ardından, Arap Baharı yıkılmaz sanılan zorba rejimleri devirirken tüm dünya ezilenlerine ilham verdi. 2009 yılında tüm dünyayı etkisi altına alan küresel krize ise en etkin tepki işçi sınıfından, gençlerden ve genç işsizlerden geldi. İşgal hareketleri Hong Kong’dan, ABD’ye, İngiltere’den, Gezi’ye, Brezilya’dan Ermenistan’a kadar tüm dünyayı etkisi altına aldı. Syriza işçi sınıfının yoksulluğa tepkisinin ürünü olarak Yunanistan’da iktidara geldi. Podemos İspanya’da sırada bekliyor.

Dünyanın herhangi bir yerinde her gün milyonlarca insan sokağa çıkıyor. Bizler de bu sürecin bir parçası olmak zorundayız. Üstelik, egemen sınıfın istikrarsızlığı, bizlere hareketimiz için büyük bir fırsat sunuyor. Çünkü kapitalizm küresel bir zorbalık sistemi ise, antikapitalizm küresel bir dayanışma hareketidir.

Peki neye karşı dayanışma?

- Mücadelemiz, grev yasakları ve greve katılan işçilerin işten çıkarılmasına karşı...

- Sadece 2015 yılının Mayıs ayında 167 işçi iş kazalarında öldü, ölenlerin 7’si çocuk işçi. Mücadelemiz, işçi cinayetlerine karşı...

- Asgari ücret seçimler boyunca tartışıldı ama hala 945 TL. Mücadelemiz, insan haklarını ihlal edenlere karşı...

- Mücadelemiz, seçim barajına karşı...

- 2014 yılında 257 kadın öldürüldü. 2015 yılının ilk altı ayında 144 kadın öldürüldü. Mücadelemiz, kadın cinayetlerine karşı...

- Mücadelemiz HES’lere karşı!

- Mücadelemiz nükleer santral inşaatına karşı!

- Mücadelemiz, iklim değişikliğine yol açan kapitalist politikalara karşı!

- Mücadelemiz inşaat merkezli, yaşam alanlarımıza tecavüz eden projelere karşı!

Ayrı ayrı gibi görünen tüm bu sorunlar aslında kapitalizmin acı veren sonuçları. Ve mücadelemiz hakim ideolojiye karşı. Ve bu mücadele ancak bir arada olduğumuzda başarılı olabilir. Çağrımız insanlığa, vicdana ve umuda...

Antikapitalistler

SON SAYI