Niye İşçi Sınıfı?

ALTÜST
Tipografi
  • Daha Küçük Küçük Orta Büyük Daha Büyük
  • Varsayılan Helvetica Segoe Georgia Times

Roni Margulies

Sosyalizm işçi sınıfının kendi eseri olacaktır. Sosyalizmi ancak işçi sınıfının kendi kitlesel eylemi yaratabilir.

Niye? Niye işçi sınıfı da, köylülük veya yoksullar veya halk veya ezilenler değil? Niye işçi sınıfının kendi eseri de, işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda hareket eden bir sosyal demokrat partinin veya özverili gerillaların veya ilerici subayların eseri değil?

İşçi sınıfını kapitalizm yaratır. Ve kollektif üretim yapan bir sınıf olarak yaratır. Ticaret sermayesinin üretim sermayesine dönüşme sürecinde milyonlarca köylü ve küçük zanaatkâr topraklarından ve küçük atölyelerinden koparılır, fabrikalara, büyük işyerlerine, madenlere doluşturulur – bazen açıkça zor kullanarak, bazen karınlarını doyurmak için ellerinde başka bir imkân bırakılmayarak. Bu işyerlerinde binlerce, hatta on binlerce işçi birlikte çalışarak üretim yapar, bir lokomotifi veya konserveyi tek bir kişinin üretemeyeceğini öğrenir. Bizzat günlük yaşamın maddî koşulları bu sınıfı potansiyel olarak kollektif yaşayan ve çalışan, kollektif kararlar veren, kendi içinde rekabet etmeyen, sömürmeyen, eşitlikçi bir sınıf hâline getirir. İşçi sınıfı maddî koşulları gereği bu özelliklere sahip tek sınıf olduğu için, sosyalizmi inşa edebilecek tek sınıftır. Kapitalizm “kendi mezar kazıcısını” böylece yaratır.

Toplumu yeniden yaratabilecek bir sınıf

Durum sadece böyle olsa, dünya işçi sınıfı egemen sınıflara karşı ezici bir çoğunluk oluşturduğuna göre, mezarı kazıp cesedi gömmek uzun sürmezdi. Ama böyle değil; açık ki, sınıfın bilincini sadece maddî koşullar, kollektif çalışma koşulları etkilemiyor. İşçi sınıfı, aynı zamanda, içinde yaşadığı ve kendini şekillendiren toplumun tüm çarpıklık ve sakatlıklarını da taşıyor. Egemen sınıfın görüşlerini, mücadeleli dönemlerde daha az, sessiz dönemlerde daha çok, şu veya bu ölçüde kabul ediyor. Bu nedenle, yaşamın her alanını kollektifleştirme özelliğine, devrimci özelliğine potansiyel olarak sahip, her ân değil. “Hem bu komünist bilincin kitlesel ölçekte ortaya çıkması için hem de bizzat mücadelenin başarıya ulaşması için, insanların kitlesel ölçekte değişmesi gereklidir; bu değişim ise ancak pratik bir hareketin, bir devrimin içinde gerçekleşebilir. Devrim, sadece egemen sınıf başka türlü devrilemeyecek olduğu için değil, aynı zamanda şu nedenle de gereklidir: deviren sınıf ancak bir devrim sürecinde kendini geçmişin pisliğinden temizleyebilir ve toplumu yeniden yaratabilecek bir sınıf hâline gelebilir…” der Marx.

Marx’ın Alman İdeolojisi’nde kullandığı bu cümlede “çağların pisliği” lafı oldum olası hoşuma gitmiştir. Üstelik, Almanca aslını bilemiyorum, ama İngilizce’sinde “pislik” kelimesi “muck” diye çevrilmiştir. Pislikten öte yani; çamur, lağım, yapış yapış bir bulamaç gelir insanın aklına. Türkiye’de pek çok sosyalist, işçi sınıfının devrimci bir sınıf olduğunu Marx’tan öğrenir, sonra bakar, işçi sınıfının devrim filan yaptığı yok. Devrim yapmak bir yana dursun, işçilerin çok büyük çoğunluğu sosyalist filan değil. Sosyalist olmak bir yana dursun, çoğunluğu hem sosyalistleri pek sevmiyor hem de sosyalistlerin değer verdiği şeylere önem vermiyor. Dahası, sosyalistlerin yanlış bulduğu bir sürü şeye inanıyorlar. Bu bahtsız durum karşısında bizde de, Latin Amerika gibi başka yerlerde de, pek çok sosyalist işçi sınıfını küçük görmeye başlamış, devrim filan yapmayacağına ikna olmuş, “İş başa düştü, biz yapacağız devrimi” sonucunu çıkarmış, silahlanmış, gerillacılık yapmıştır.

Gerillaların zaferi, ilerici bir darbe, veya Kızıl Ordu tanklarının dışarıdan müdahalesi sonucu kurulacak bir iktidar, ne kadar işçi sınıfından yana olursa olsun, işçi sınıfı kendini dönüştürme, eski toplumun pisliğinden arınma, potansiyelini gerçekliğe çevirme sürecini yaşamadıkça (yani kendi kitlesel eylemiyle kendi devrimini yapmadıkça) sosyalizm kurulamaz. Nitekim, Mısır’da Nasır’ın ilerici cuntası, Kastro’nun veya Sandinistlerin zaferi, Sovyet ordularının Romanya veya Çekoslovakya’da yeni iktidarlar yaratması, eski rejimleri devirip yerlerine belki biraz daha olumlu, biraz daha “sosyal”, biraz daha “halktan yana” rejimler oluşturmuştur, ama aynı sınıf, toplumun çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı, yaşamak için emeğini satmaktan başka çaresi olmayan, sömürülen, edilgen olan sınıf olarak kalmıştır. Bu ülkelerde yöneten değişmiş, ama yönetilen aynı kalmıştır; işçi sınıfı hem toplumu ve hem de bu arada kendini dönüştüren bir süreç yaşamamıştır. Dolayısıyla, kapitalizmin belki biraz daha “güleryüzlü” bir şekline (o da çok uzun süre gülümsememek kaydıyla) geçilmiştir, ama sosyalizm ile ilişkili bir süreç yaşanmamıştır.

Çünkü sosyalizm, kapitalizme kıyasla koşulların biraz daha iyi, ücretlerin biraz daha yüksek, hakların biraz daha geniş, insanların biraz daha eşit olduğu bir düzen değildir. Bütün bunları içerir, ama toplumdaki bütün ilişkilerin değiştiği, sadece egemen sınıfın devrilmekle kalmayıp işçi sınıfının iktidar olduğu, kendini devlet olarak örgütlediği düzendir sosyalizm.

Başka devrim senaryosu yoktur

İşçi sınıfının kendi iktidar organlarını kurması, kendini devlet olarak örgütlemesi, açık ki, bir başkasının işçi sınıfı adına yapabileceği bir şey değil. İki soru gelebilir akla. Birincisi, sınıf bunu ne zaman, nasıl yapacak, niye hemen yapmıyor? İkincisi, madem bunu sınıf kendisi yapacak, devrimcilerin işi ne o zaman?

Hemen yapmıyor çünkü, dedim ya, çoğu zaman egemen sınıfın fikirleri topluma egemen. İşçilerin bilinci egemen sınıfın dünya görüşünden etkileniyor. Bu etkinin kırılması ise, ancak uzun mücadele dönemlerinde gerçekleşmeye başlar. Mücadeleler hep vardır. Her işyerinde her zaman önemli önemsiz, irili ufaklı mücadeleler yaşanır. Bu mücadeleler zaman zaman genişler, yaygınlaşır, siyasîleşir. Hemen hemen her zaman ekonomik nedenlerle patlak veren küçük bir grev, önceden tahmin edilmesi hemen hemen her zaman çok zor olan bir şekilde komşu fabrikaya, komşu sendikaya, komşu kente yayılır. Uzadıkça örgütlülük düzeyi artar, devlet güçleriyle çatışma keskinleştikçe talepler siyasîleşir, mücadele sürdükçe egemen fikirlerin etkisi kırılmaya başlar, sınıfın kendine güveni yükselir, kendi gücünün bilincine varır.

Tarihte bundan başka devrim senaryosu yoktur. Türkiye’de ise pek çok mücadeleyi “ekonomik” olduğu için küçük görenler çok yaygın. Sanki birden bire işçi sınıfı sosyalizm için greve çıkacakmış gibi! Bugün örneğin AKP’ye oy veren bir işçi hemen yarın sovyet kurmaya kalkışacakmış gibi! Tam da bu anlayıştır ki, işçileri ekonomik kaygılardan başka derdi olmayan bilinçsiz bir kitle olarak küçük görür ve onların adına parlamentodan sosyalizmi getirmeye çabalar veya yine onların adına silaha sarılıp devrim yapmaya kalkışır.

Oysa, işyerlerindeki küçük mücadeleler olsun, Mısır’da Mübarek’i deviren işçilerin genel mücadelesi olsun, mücadele hep vardır ve hep yayılma, genelleşme eğilimi gösterir. Devrimciler olsa da olmasa da bu böyledir. İşçi sınıfı hep mücadele eder, kendine güvendiği ve örgütlü olduğu ölçüde mücadeleyi ilerletir, genişletir. Tarihte hiçbir kitlesel işçi eylemi, hiçbir devrim bir partinin emirleriyle gerçekleşmemiştir. Öte yandan, tarih, devrim veya genel grev çağrısı yapıp arkasından niye işçi sınıfının tepki göstermediğine şaşan parti örnekleriyle doludur.

Devrimcilerin temel işi en önemsizinden en büyüğüne tüm mücadelelerin içinde yer almak, yer alanların bir devrimci partide birleşmesini sağlamak ve bu parti aracılığıyla her mücadeleyi yaymaya, genelleştirmeye çalışmaktır.

Uzayan, genelleşen mücadele içinde, işçi sınıfı bizzat mücadelenin doğurduğu ihtiyaçları karşılamak için kendi kurumlarını, organlarını yaratmaya başlar: fabrika komiteleri, grev komiteleri, işçi konseyleri, sovyetler, şuralar, cordones. İşçi sınıfının tüm ayaklanmalarında, İspanya’dan Macaristan’a, Rusya’dan Şili’ye, böylesi organlar doğmuştur. Devrimi sosyalistler yapmadığı gibi, bu organları da tarihte sosyalistler kurmamıştır, kurdurtmamıştır. Bunlar sosyalistlerin, devrimci partinin değil, iktidara yürüyen sınıfın organlarıdır. Sosyalistlerin işi bu organların içinde sosyalizm propagandası yapmak, devlet iktidarını hedef olarak göstermek, çoğunluğu bu fikirlere kazanmaya çalışmaktır.

Bu organlar olmadan sosyalizm olamaz. Ve bu organları başkaları kurup işçi sınıfına hediye edemez.

SON SAYI